20 Kasım 2015 Cuma

YELKOVAN AKREBE KAVUŞSUN, BEN SANA..

   Sadece ağlamak istersin de akmaz ya o yaş gözlerinden. Defalarca bağırmak istersin adını, çıkmaz ses tellerinden. Haykırmak istersin içinden geçenleri, bir türlü bulamazsın doğru ifadeyi. Düşünmek yorar, zihinsel yorgunluk fiziksel yorgunluğa dönüşür, hiçbir şeye halin olmaz. Konuşmaya, gülmeye, yürümeye.. Hiçbir şey yapmadan durmak istersin öylece. Ama ne yazık ki, beynimiz buna izin vermiyor çoğu zaman. Aslında izin vermeyen biz miyiz bilmiyorum. Ama aynı cümleyi birkaç defa okumaya başladığımdan beri bir şeylerin düşünmememe izin vermediğinin farkındayım. Bir şeylerin yolunda gitmediğinin de.. Asıl yol, belki milyonlarca engelle donanmış. Takılmaktan yorulmuş da yanlış yolda tam orta yere oturmuş gibiyim. Önüm, arkam, sağım, solum, sobe! Yine bir talihsizlik. Yeni bir talihsizlik.


   Bu aralar dilimden birkaç kelime bile dökülmüyor. Bu yüzdendir sayfalarca yazışım. Saate  bakıyorum sürekli, amaçsızca. Yelkovan akrebi kovalıyor. Adım adım yaklaşıyor ona. Ben de bir adım atsam sana, bin adım uzağına düşüyorum. Pencereden dışarı bakıyorum da şöyle bir, bu saatte nasıl da yalnız her şey. Yalnız bir kedi uyuyor köşede. Yalnız bir adam iniyor yokuştan, tükenmişcesine. Yalnız bir yaprak uçtu şimdi, çarptı pencereme. Nasıl da yalnızlık kokuyor her şey, buram buram. Gözlerinin kahvesi hatrına acı bir kahve istiyor yüreğimin acısı. 


   Uyuyamadığım gecelerin artmasından itibaren gücümün tükendiğini hissetmeye başladım. Annemin yanına gidip 'Uyuyamıyorum anne, bana yardım et.' demenin zorluğunu nasıl anlatayım ben size? Peki babamın 'Kızım, ne oldu sana?' diye sormasını nasıl izah edeyim? Bir şey olsa, bir mucize gerçekleşse ve ben, yorulduğumda annemin, babamın kucağına atlayabilsem yine. Her ağladığımda eskisi gibi kolay geçse her şey. 


   Yine saate  baktım şimdi. Ne kadar da çabuk geçmiş zaman. Ne kadar da basit bitmiş saatlerim. Ben gülüşünün kıyısında yavaş yavaş eksilirken, ben yarım kalırken, saatimin yarısı da geçmiş. Sonra diğer yarısı.. Saatimin yarısı çabuk geçiyor da, yarım neden her şeye bu kadar geç kalıyor? 


   Gülüşünün kıyısı dedik, saatimin yarısını daha gitmiş bak. Sıradan bir eylem değil gülüşünü sevmek. Öylesine bir şey değil bu kadar düşünmek. İşimi gücümü bırakıp, oturup saatlerce düşünebilirim. Ve görebilirim kimsenin göremediği şeyleri. Güldüğünde sağ tarafa doğru hafifçe kayan dudaklarının arkasındaki sıkıntıyı, acıyı.  Daldığın noktada derdini görebilirim. Ben bilirim içindekileri, sevdiğin renklere kadar, en sevdiğin renge kadar..


   Sanırım yalanlara inanmaya ihtiyacım var, siz düşünün bu çaresizliği. Öyle büyük ki bu boşluk, hiçbir kalabalığa sığdıramıyorum, o boşluğun içinde kayboluyorum. Öyle kalıplaşmış ki, parçalanmıyor. Parçalıyor, parçalanmıyor. 


 Saate takıldı yine gözüm. Yelkovan direniyor, pes etmiyor.

               Yelkovanın akrebi yakaladığı yerde, gel.

           Saatlerimin yarısı gibi diğer yarım da gitmeden, geç kalmadan, gel.

       Yelkovan akrebe kavuşsun, gel.

   Geceme güneş doğsun, gel..