---
Günlerce, haftalarca, aylarca hatta belki yıllarca hayallerinde büyüttüğün şeylerin, kırık parçalarını birleştirip yeniden hayat verdiğin güvenini ve ne zorluklarla tekrardan yeşerttiğin umutlarını bir kez daha kıracağını nereden bilebilirsin ki?
Sen ona bir bank olmak istersin. Çok güzel bir manzaran olduğu için değil, ona herkesten uzakta bir gölgelik sunabilmek için. Kalabalıktan, uğultulardan kaçacağı bir sığınak olabilmek için. Sen hiç gitmezsin bir yere. Sen hiç vazgeçmezsin ona sunduğun imkanlardan. Hep çağırırsın onu ama sesin çıkmaz. Sen gitme dersin ama o yola çıkınca geriye dönüp bakmaz.
Gece,gündüz. Sıcak,soğuk. Güneş,kar,yağmur,çamur.. Uzun zaman geçer, çok şey değişir, en başta da mevsimler. Yıpranırsın. Farkında olmadan, köşende onu beklerken yaralanırsın, kırılırsın. Ne sen bir daha eskisi gibi olabilirsin, ne de o döner gittiği yollardan geri.
Bazen de zamanında çok değer verdiği bir şey olursun. Düşün mesela, elinden hiç düşürmediği, yanından hiç ayırmadığı, belki pamuklara sarıp sakladığı bir şey. Zamanla değerini kaybetmiştir, ya artık başkasının değerlisidir ya da yeri tam kapının önüdür.
İşte tam da öyle, evin bildiğin o kapı suratına çarpılmışken, kapı deliğinden asla bakmayacak birini gecelerce kapı önünde beklemek başka nasıl tanımlanır bilemiyorum.
---
Biraz masal gibi aslında hikayelerimiz. "Bir varmış, bir yokmuş."
Yaşanıyor, bitiyor her şey. İstesen de istemesen de en sonunda hayatında değil, hafızanda kalıyor.
Bir varmış, kolların onu sımsıkı sarmış.
Bir yokmuş, elinden avucundan bir kuş olup uçmuş.
En sonunda gökten üç elma düşmüş, biri geçen zamana, biri yaşananlara, biri de asla yaşanamayacak olanlara...