15 Ağustos 2018 Çarşamba

MUTSUZ SONLU MASALLARIMIZA

İnsana ansızın çöken şu yorgunlukların sebebi nasıl açıklanır bilmiyorum. Bir şeyleri tekrar tekrar denemeye de, kelimeleri seçmeye de dermanım yok. Peki ya sen söyle, hal böyleyken bunca duyguyu nasıl sırtlanayım?

---

Günlerce, haftalarca, aylarca hatta belki yıllarca hayallerinde büyüttüğün şeylerin, kırık parçalarını birleştirip yeniden hayat verdiğin güvenini ve ne zorluklarla tekrardan yeşerttiğin umutlarını bir kez daha kıracağını nereden bilebilirsin ki?



Sen ona bir bank olmak istersin. Çok güzel bir manzaran olduğu için değil, ona herkesten uzakta bir gölgelik sunabilmek için. Kalabalıktan, uğultulardan kaçacağı bir sığınak olabilmek için. Sen hiç gitmezsin bir yere. Sen hiç vazgeçmezsin ona sunduğun imkanlardan. Hep çağırırsın onu ama sesin çıkmaz. Sen gitme dersin ama o yola çıkınca geriye dönüp bakmaz.

Gece,gündüz. Sıcak,soğuk. Güneş,kar,yağmur,çamur.. Uzun zaman geçer, çok şey değişir, en başta da mevsimler. Yıpranırsın. Farkında olmadan, köşende onu beklerken yaralanırsın, kırılırsın. Ne sen bir daha eskisi gibi olabilirsin, ne de o döner gittiği yollardan geri.



Bazen de zamanında çok değer verdiği bir şey olursun. Düşün mesela, elinden hiç düşürmediği, yanından hiç ayırmadığı, belki pamuklara sarıp sakladığı bir şey. Zamanla değerini kaybetmiştir, ya artık başkasının değerlisidir ya da yeri tam kapının önüdür.

İşte tam da öyle, evin bildiğin o kapı suratına çarpılmışken, kapı deliğinden asla bakmayacak birini gecelerce kapı önünde beklemek başka nasıl tanımlanır bilemiyorum.

---

Biraz masal gibi aslında hikayelerimiz. "Bir varmış, bir yokmuş."

Yaşanıyor, bitiyor her şey. İstesen de istemesen de en sonunda hayatında değil, hafızanda kalıyor.

Bir varmış, kolların onu sımsıkı sarmış.

Bir yokmuş, elinden avucundan bir kuş olup uçmuş.

En sonunda gökten üç elma düşmüş, biri geçen zamana, biri yaşananlara, biri de asla yaşanamayacak olanlara...

15 Nisan 2018 Pazar

YENİ BİR SAYFA AÇAYIM KENDİME, BU KEZ RENGARENK OLSUN


“Hayat zamanda iz bırakmaz 
Bir boşluğa düşersin bir boşluktan 
Birikip yeniden sıçramak için 
Elde var hüzün.”


İnsan, bir boşluğa düşünce, kolay toparlanamıyor. Hayatında bir şeyler eksilince o düzene uyum sağlamak  bir hayli zaman alıyor.

Önce yeni sayfalar açılıyor, tertemiz, bembeyaz. Üzerine düşecek farklı renkteki duygulardan bihaber.

Hayat zamanda iz bırakmıyor belki ama yazanda iz bırakıyor.

Vaktinde içine gömüp kuruttuğunu sandığın acılar, gözyaşlarınla sulanıyor, filizlenip büyüyor, yeşeriyor.

Acıtıyor, kanatıyor. Damlıyor, silmeye çalıştıkça daha çok dağılıyor. Her dokunuş, oluşan yarayı daha çok kanatıyor.

Karanlıktan korkuyorsan eğer, ansızın sönüyor  tüm ışıklar. Düşüyor üzerine zifiri karanlıklar.

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------

“Uykularımı uyusan nasıl korkarsın,
Hiçbir dakikamı yaşayamazsın.”


Sahiden, yaşayabilir misiniz? 

Size kocaman bir yuva olmuş yekpare kalpleri paramparça ettiğiniz gibi nobran, 

O kalbin parçaları içinizde derin yaralar açmamışçasına rahat,

Her an yeniden kanayıp canınızı yakmıyormuşçasına güçlü,

Aniden aklınıza düşünce yüzünüzdeki gülümseme hiç yok olmuyormuş gibi mutlu,

Gecenin bir vakti sizi uykunuzdan uyandıran kalp ağrılarınızı duymayacak kadar umursamaz…

Olabilir misiniz yine de?


Size hep bir şeyler anlatmaya çalışan ama hiç anlamadığınız, kulaklarınızı tıkadığınız o çığlıkların sahibi, hayatınızın sadece birkaç saatlik diliminde neler yaşıyor hiç düşündünüz mü? Düşünmediniz.

 Düşünmeyiniz, korkarsınız.

Dert sahibi ettiğiniz insanda sebebi olduğunuz acıları gördünüz mü hiç?  Acıların renklerine dikkat ettiniz mi? Yeşilini, kırmızısını, sarısını, siyahını fark ettiniz mi? Size bir devaymışsınız gibi bakan gözlerdeki ışıltıyı gördünüz mü? Görmediniz.

Görmeyiniz, korkarsınız.

Siz, duymak istemediğiniz insanlara sağır, görmek istemediğiniz insanlara körsünüz.

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Yeni bir sayfa açayım kendime, bu kez rengarenk olsun.

Karıştı önce renkler biraz, bulandı akıl.
Ne gören vardı ne duyan derdimizi, sesimizi.
Önce bir hiç sandı kendini insan ama şimdi daha iyi..



27 Eylül 2016 Salı

GÜNEŞİNİZ, KORKUNUZU YENDİĞİNDE'

   İlkokul arkadaşlarım, 5 ay önce, 18. yaş günümde bir defter hediye etmişlerdi bana. O hediyenin pakedini açtığımda, içindeki notu okuduğumda 'beni kendimden bile iyi tanıyan dostlarım var' diye geçirmiştim içimden. Yazılarımı o deftere yazacaktım artık, yeni yaşımla birlikte yeni bir deftere başlayacaktım. Yeni sayfalar açacaktım kendime, tertemiz.
   Açamadım. Başlayamadım. Elime kalemi her aldığımda, defterin kara kabına elimi her attığımda, korktum. Neyin korkusuydu bu, yapraklara düşen karartı neyin gölgesiydi, bilmiyorum. Korktum, yıllar tıpkı yapraklarda olduğu gibi kalemimden dökülenleri de sarartır mıydı? Yoksa kapağı her kapadığımda sayfalara olduğu gibi hayatım biraz daha kararır mıydı, korktum. Elle tutulur bir şey olmadığı halde, kimileri için artık klişe bir yaşam haline gelmiş yaşanmışlıklarımın üzerinden bir kez daha geçmeye korktum. Unutulmaya yüz tutmuş hikayelerimi, masallaştırırcasına baş ucumda saklamaya korktum. Korktum, korkmaktan korktum. Korkularımın üzerine gitmem gerektiğini öğretmişti oysaki ailem bana. Korkularımla yüzleşmem gerektiğini söylediler hep. Yolun yarısında kalıp 'Baba!' diye bağırdığım an, 'Korku yok, devam et!' diye karşılık verirdi her seferinde babam. Giderdim. 'Ben babamın kızıyım.' cümlesinin verdiği cesaretle tüm korkularımın üzerine giderdim. Peki ya şimdi bu neyin korkusu?
   Biliyorum. Bir sabah uyandığımda hayatımdaki o karanlık bir güneşle aydınlanmış olacak. Ve biliyorum, o güneş bir daha hiç batmayacak.
   Dönüşüm, karanlıklardan doğacak!
   Dönüşüm, aydınlık olacak!
   Yavaş yavaş soğuyan bu havalarda, batmayan güneşinizi bulmanız dileğiyle..
            Aydınlık kalın..



22 Ağustos 2016 Pazartesi

ABLA. SEN NE FARKLI BİR ŞEYSİN!

   Bu kez hayatımdaki en değerli kişi için harcayacağım cümlelerimi. Aslında bu bağı anlatacak ne bir kelime var ne de bir hece. Denir ya hani, bu çok farklı bir alfabe!

   Bitti dediğiniz anda, gücünüz tükendiği zamanlarda, heyecanınızı paylaşacağınız durumlarda, tek bir kucak yetiyor insana, 'abla' !
   Yeri geliyor, onunla yaramazlık yapıyorsunuz. Yeri geliyor hemen onun arkasına sığınıyorsunuz. Arkadaş da oluyor anne de. O sizin her şeyiniz oluyor. Öyle bir bağ oluşmuş ki yıllar önce aranızda, kopmuyor, kopamıyor. Aynı anda yanıyor canınız, aynı anda gülüyor yüzünüz. Birinizin gözlerinden akarken yaşlar ardı ardına, diğeriniz de içine ağlıyor aynı anda. Biriniz kahkaha attığı anda, diğeriniz de gülümsüyor onun mutluluğuna. Çoğu zaman nazınız ona geçiyor. Kıyamadığını adınız gibi biliyorsunuz çünkü. Doğruyu da yanlışı da ondan öğreniyorsunuz, izinden gideceğiniz insan o oluyor.
Bakın, gördünüz mü? Ne desek boş geliyor, ne anlatsak az kalıyor.

Abla! Varlığına defalarca şükürler olsun. Hayatımın her anında yanımda ol, hayatının her anında yanında olacağımdan emin ol. Güldüğünde saçtığın ışıklar sönmesin.
Sen, benim hikayemin en büyük kahramanısın.
Sen, benim kalbimin en baş köşesindesin.
Sen, gözümü kapatıp sırtımı yaslayacağım belki de tek kişisin.
Sen, bu hayatta benim her şeyim oldun.
Ve sen!
      Sen, iyi ki doğdun!

28 Nisan 2016 Perşembe

YÜREĞİMİZE KUVVET..

   Nerede olduğunuzu bilmediğiniz anlar oldu mu hiç? Savrulduğunuz yerde olmak istemekle istememek arasında kaldınız mı? Ya da ne yapmanız gerektiğini bilmediğiniz zamanlar oldu mu? Merak ediyorum, ne yaptınız o zaman. İçinde bulunduğunuz durumu kabullendiniz mi, o durumu değiştirmek için çabaladınız mı yoksa. Çabalarınız sonuç verdi mi sonunda? Eğer cevabınız hayır ise, sanırım siz de bu yazıyı gözleriniz dolu okuyacaksınız. En azından sızlayacak yaralarınız.

   Özür dilerim, kendimden. Canımı bu denli yaktığım için. Kafamı yastığa her değdirişimde, yastıkta kalan yaşlarım için. Yastığın yüzümde bıraktığı izler için. Her neyse eğer şu içimdeki, belki geçer diye yürüdüğüm yollar için. Her neyse eğer şu üzerimdeki, damlalarla birlikte akıp gider sandığımdan sırılsıklam olduğum yağmur için. Dizlerimi karnıma çekip en derinden aldığım nefesler için. Bu anlamsız, haddinden fazla yorgunluk için. Bir yandan akışının sebebini bilmediğim yaşları silerken gözümden, bir yandan da halimi anlatmaya çalıştığım bu cümleler için. Neye yarar bilmem ama, özür dilerim.

   Nasıl geçer, ne zaman geçer diye sormaktan kendime, cevaplarıma inanmaz oldum. Hatta cevaplayamaz oldum soruları. İstediğim cevapları alamadığımdan mıdır nedir, korkar oldum sorulardan. Mesela susadığınız zaman ne yapmanız gerektiğini biliyorsunuz değil mi? Ya da acıktığınız zaman. Hatta sıkıldığınız zaman bile sizi ne eğlendirir, biliyorsunuz. Ama işte öyle bir his var ki, bırakın ne yapmanız gerektiğini, ne hissettiğinizi bile bilmiyorsunuz. Çıkmaz gibi deseniz, değil. Çıkmaz olsa geri dönersiniz. Yolun sonunda sizi bekleyen bir şey var deseniz, o da değil. Bir şey olduğunu bilseniz, o yoldaki engellerin önemi olmaz, aşar gidersiniz. Yolun sonunda bir şey olmadığını bilseniz, belki vazgeçersiniz. Ama hiçbiri değil işte, içinizdeki şey bunların hiçbiri değil. Ne olduğunu bilseniz elbet bulunur bir çözüm. Fakat bilmiyorsunuz, öğrenemiyorsunuz da.

   Belki bazılarınız için bir yer var, özel bir yer. Mesela güneşin tam tepede olduğu, yaktığı saatlerde bir ağaç gölgesinin altındaki bank. Ya da bardaktan boşalırcasına yağan yağmurda sığınılabilecek bir durak. Bilirsiniz, o size ait değil ama o an en güvende hissettiğiniz yer orası. Elbet gideceksiniz oradan, gitmek istemeyerek. Belki de oraya bir daha geri dönemeyeceksiniz, bunu hissederek.. Üzülerek..

   Peki ya gülebilir misiniz tüm acılarınıza rağmen, engelleyebilir misiniz yaşlarınızın akmasını, gözlerinizden? Elbette gülünüyor, çünkü alışılıyor bir yerden sonra. 'Ben daha önce de yaşadım böyle şeyler' diyebiliyorsunuz mesela. 'Onun yanında bu ne ki, geçer' diyebildiğiniz zaman alışmış oluyorsunuz işte ağlarken gülümsemeye. Ne yapacağınızı bilmediğiniz için, hislerinize izin verin. Gülün, her ne olursa olsun, canınız yansa bile, gülün. Ve ağlayın, kimin ne düşüneceğini, nasıl görüneceğinizi umursamadan, utanmadan, ağlayın.

   O kadar da utanılacak bir şey değil zaten ağlamak, güçsüzlüğün belirtisi hiç değil.
Güç aslında. Yaşananları, belki de yaşanamayanları. Anıları ya da acıları. Geçmişi, geçmemişi. Canımızı yakan, kalbimize saplanan her neyse, akıtmak birer birer. Damla damla düşerken o yaşlar gözlerimizden, buğulu bir camın arkasından bakarcasına hiçbir şey göremezken, temizleniyordur belki de yüreğimiz pisliklerden.

   Güçlü görünmeye çalışmanın yorgunluğu, bir dala tutunabilmek için tırmanmanın zorluğu, bir yerlere ulaşabilmek için girilen yolun uzunluğu.. Neyin ne olduğunu, bulunduğumuz yerin doğruluğunu zaman gösterecek bizlere.

   Dayanabildiğimiz yere kadar, gücümüzün yettiği yere kadar, sıkı tutunmalar;

 Hayallerimize,

 Hedeflerimize,

 Sevdiklerimize,

 Arzularımıza..

   Sıkı tutunmalar, hayata..

10 Şubat 2016 Çarşamba

EN TANIDIK YABANCI

Nefes alırken batar bir şeyler göğüs kafesine, adına özlem derler. Gözlerin dalıp gider hiç olmadık yerlere, adına özlem derler. Ağlamaktan gözlerin şişer de kendi okyanusunda boğulursun, bazen de bir damla yaşa muhtaç olursun, adına özlem derler. Gecenin en karanlığında, güneşin doğuşunda ve batışında.. Sokakların soğukluğunda, anne kucağının sıcaklığında.. Bir bıçak saplanırcasına yanar canın, adına özlem derler. Onlar özlem der; ben, sen derim. Küçülmüş bir kıyafetimi, paylaşamamaksızın dolabımın en baş köşesinde tutuyorum. Bitmiş bir kalemle, bittiğini kabullenmeksizin yazmaya çalışıyorum. Ne kadar da benziyor bu yaşananlar benim yaşanamamışlıklarıma..
Özlüyorum, dokunamıyorum.. Özlüyorum, yazamıyorum. Evet sana yazamıyorum, ama seni yazıyorum. Özlüyorum ve anlatamadığım kadar yazıyorum. Daldığım her noktadasın.. Hayatımın miladı olmadın ama hayatımda bir milat bıraktın. Seninle yaşanan o ilk günler, senin yaşadığın şu son günler. Gözlerine bakmaya korktuğum, yanından geçip gitmek zorunda olduğum.. Sanki bir yabancı gibi. Ona bir kalp kadar uzak bir yabancıyım. Ona bir tebessüm kadar uzak bir yabancıyım. Sayfalarca yazılan yazılara rağmen ona tek kelime kadar uzak bir yabancıyım. Şu hayatta en iyi tanıdığım insanın yabancısıyım..
Ne yabancı ama!

10 Ocak 2016 Pazar

ŞEHRİN EN İŞLEK YERLERİNDEKİ TAMAMLANMIŞ YALNIZLIĞIN HİKAYESİ

    Sen gittin, ben kaldım.. Kalmamam gereken yerde, kalmamam gereken şekilde.. Senin gittiğin yerde, kaldım. 'Ben sende tutuklu kaldım.'

    Sen benim en parlak gecelerimdin. Yıldızlar mı parlamıyor artık, yoksa bahane mi geceler.. Sen gittin ve ben kaldım. Karanlığın içinde, karanlığın en içinde kaldım..

    Papatyalar.. Papatyaların gülen yüzü sendin oysaki. Şimdi hepsi solgun. Şimdi hepsi suskun.. Şu sessizliğe de bak. Biraz kulak versene! Duyuyor musun? Sessizliğin sesi bu. Sensizliğin sesi. Sensizlikten kaynaklı sessizliğimin sesi.. 

    Her şey çığlık çığlığa susuyor. Çığlık çığlığa susuyorum. Bağırmak istiyorum ama çıkmıyor sesim. O an büyük bir tehlike içinde olsam da bağıramam gibi.. Yanağıma düşen damlanın sıcaklığıyla anlıyorum ağladığımı. İstemeden dökülüyor yaşlar gözlerimden. Fotoğraflarına bakıyorum hep. Yüzünün en ince ayrıntısına kadar inceliyorum. Yüzünü unutmak istercesine, ezberliyorum. Çoğu zaman ıslanıyor yüzün, özür dilerim.. 

                                               ---------------------------------------

    Penceremin kenarından kış giriyor içeri. Avuç içi kadar sıcaklığım, etkisiz hale geliyor. Titriyor içim.. Buğulu camın arkası, ne kadar da anlamsız artık benim için.. Eskiden olsa, hırkamın koluyla silerdim hemen. Şimdi camın buğusunu silmiyor, onunla birlikte buğulanıyorum. Ben buğulu camın arkasını göremiyorum ve kimse buğumun arkasını göremiyor. Ben camın buğusuna bir şeyler yazıp çiziyorum, kimse buğumun arkasındakileri okuyamıyor..

   Bu kez hiçbir şey yalnız değil, her şey buram buram kalabalık.. Metrolar, otobüsler, caddeler, sokaklar.. Hatta çıkmaz sokaklar! Her şey, hiç olmadığı kadar kalabalık.. Ben de oradayım! Ben de o kalabalıktayım! Ben de girdim o çıkmaz sokağa, çıkmaza.. Çıkmaz sokak olduğunu bile bile, bir çıkar yol bulamamak için girdim. Senin için, seninle o çıkmazda kalmak için.. Sen o yolun en başından geri döndün ve ben kaldım. Kalmamam gereken yerde, kalmamam gereken şekilde.. Senin gittiğin yerde, kaldım. 'Ben sende tutuklu kaldım.' O kalabalığın içinde, yapayalnız kaldım.. 

   Şimdi nereye gitsem, kalabalığı da sürüklüyorum peşimde.  'Yalnızsın!' diye bağırıyorlar hep bir ağızdan. Takıyorum kulaklığı kulağıma, akıtıyorum melodileri bir bir. O kalabalığı duymamak için sözlerle dans ediyorum. Lakin onlar da anlaşmış sanki, sözlerde çoğunlukla bir yarım kalınmışlık.. Sözler eksik, eksiğim.. Kapatıyorum müziği bu yüzden. Dört bir yanımdaki kalabalık, çınlatıyor yine kulaklarımı, şehrin en işlek caddesinde : "Bu kalabalık, senin yalnızlığın!" 

    Ve ben de dönüp haykırıyorum kalabalığa : "Yarım kalanların eksikliğindense, dokunmayın tamamlanmış yalnızlığıma!"