4 Aralık 2015 Cuma

BURUK BİR KIŞ MEKTUBU TADINDA..

      Bir mucize olsun.
    Bir mucize olsun, uyuyayım ve her şeyin yoluna girdiği bir sabaha açayım gözlerimi.
    Bir mucize olsun, acıtmasın canımı artık içimdekiler.
    Bir mucize olsun, tamamlansın tüm eksiklikler.
 Lütfen.. Olsun.. Bir mucize olsun..
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

  İstanbul gibi.. Tıpkı İstanbul'u sevdiğim gibi sevdim seni, tüm kalabalığınla. Yalnızlığımın sebebi olan o kalabalığınla, karışıklığınla sevdim.
  Tıpkı İstanbul'u sever gibi sevdim seni. Bu şehrin bir ucundaki havaalanında, her şeyi silmek istercesine giden insanlar gibi gittin benden. Oysa benim duraklarım da limanlarım da sendin..
  Tıpkı İstanbul'u sever gibi sevdim seni. Nasıl ki İstanbul'a sen yakışıyorsan ben de yokluğunu yakıştırdım üzerime. Ne kadar sert geçerse geçsin kışın, bu şehri terk etmeyi düşünmedim hiç. Çünkü bu şehirde sen vardın. Çünkü bu şehir, senin adın..
  Tıpkı İstanbul'u sever gibi sevdim seni. Bilmediğim bir adres gibiydin ama ben seni kendime tarif etmekten hiç çekinmedim. Belki karşına çıkan tüm tabelalar aşkımı gösterdi, sen sokağımdan geçmedin.
  Ben İstanbul'u sever gibi sevdim de seni, sen neden hiç sevemedin beni? Oysa İstanbul kendisini seven herkesi severdi..
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

 
  Ölenle ölünmüyor belki ama gidenle çok güzel ölünüyor. Biri gidiyor ve o gidiş, senin ruhunun kalbine sıkılmış bir kurşun etkisi yaratıyor. O saatten sonra bedenin, sadece nefes alıp veren bir ceset haline geliyor.
  Sahi, kaç ay beklemeli geçmesi için? Biz ki ayları sayarken, ne önemi var saniyelerin? Bir şeyler geçiyor mu? Geçiyor. Zaman geçiyor. Sadece zaman geçiyor. Ama ne acı ki zamanla hiçbir şey geçmiyor. Geçsin diye beklerken bir şeyler daha da yoruyor sanki.  Aldığı nefes, yoruyor insanı. Ve ben, yorgunum. Ve kırgın. Fazlasıyla kırgın. Saç uçlarıma kadar. Kızgın olsam geçerdi. Kırgınım, geçmedi.. Ve ben ne kalbimi uyuşturabiliyorum ne de gerçekleri..

  Belki aylardır en uzun merhaba'mdın, artık en büyük hayal kırıklığımsın.

  En büyük,

  En derin,

  En gerçek,

  En acı..

                   Hayal kırıklığımsın..
 

20 Kasım 2015 Cuma

YELKOVAN AKREBE KAVUŞSUN, BEN SANA..

   Sadece ağlamak istersin de akmaz ya o yaş gözlerinden. Defalarca bağırmak istersin adını, çıkmaz ses tellerinden. Haykırmak istersin içinden geçenleri, bir türlü bulamazsın doğru ifadeyi. Düşünmek yorar, zihinsel yorgunluk fiziksel yorgunluğa dönüşür, hiçbir şeye halin olmaz. Konuşmaya, gülmeye, yürümeye.. Hiçbir şey yapmadan durmak istersin öylece. Ama ne yazık ki, beynimiz buna izin vermiyor çoğu zaman. Aslında izin vermeyen biz miyiz bilmiyorum. Ama aynı cümleyi birkaç defa okumaya başladığımdan beri bir şeylerin düşünmememe izin vermediğinin farkındayım. Bir şeylerin yolunda gitmediğinin de.. Asıl yol, belki milyonlarca engelle donanmış. Takılmaktan yorulmuş da yanlış yolda tam orta yere oturmuş gibiyim. Önüm, arkam, sağım, solum, sobe! Yine bir talihsizlik. Yeni bir talihsizlik.


   Bu aralar dilimden birkaç kelime bile dökülmüyor. Bu yüzdendir sayfalarca yazışım. Saate  bakıyorum sürekli, amaçsızca. Yelkovan akrebi kovalıyor. Adım adım yaklaşıyor ona. Ben de bir adım atsam sana, bin adım uzağına düşüyorum. Pencereden dışarı bakıyorum da şöyle bir, bu saatte nasıl da yalnız her şey. Yalnız bir kedi uyuyor köşede. Yalnız bir adam iniyor yokuştan, tükenmişcesine. Yalnız bir yaprak uçtu şimdi, çarptı pencereme. Nasıl da yalnızlık kokuyor her şey, buram buram. Gözlerinin kahvesi hatrına acı bir kahve istiyor yüreğimin acısı. 


   Uyuyamadığım gecelerin artmasından itibaren gücümün tükendiğini hissetmeye başladım. Annemin yanına gidip 'Uyuyamıyorum anne, bana yardım et.' demenin zorluğunu nasıl anlatayım ben size? Peki babamın 'Kızım, ne oldu sana?' diye sormasını nasıl izah edeyim? Bir şey olsa, bir mucize gerçekleşse ve ben, yorulduğumda annemin, babamın kucağına atlayabilsem yine. Her ağladığımda eskisi gibi kolay geçse her şey. 


   Yine saate  baktım şimdi. Ne kadar da çabuk geçmiş zaman. Ne kadar da basit bitmiş saatlerim. Ben gülüşünün kıyısında yavaş yavaş eksilirken, ben yarım kalırken, saatimin yarısı da geçmiş. Sonra diğer yarısı.. Saatimin yarısı çabuk geçiyor da, yarım neden her şeye bu kadar geç kalıyor? 


   Gülüşünün kıyısı dedik, saatimin yarısını daha gitmiş bak. Sıradan bir eylem değil gülüşünü sevmek. Öylesine bir şey değil bu kadar düşünmek. İşimi gücümü bırakıp, oturup saatlerce düşünebilirim. Ve görebilirim kimsenin göremediği şeyleri. Güldüğünde sağ tarafa doğru hafifçe kayan dudaklarının arkasındaki sıkıntıyı, acıyı.  Daldığın noktada derdini görebilirim. Ben bilirim içindekileri, sevdiğin renklere kadar, en sevdiğin renge kadar..


   Sanırım yalanlara inanmaya ihtiyacım var, siz düşünün bu çaresizliği. Öyle büyük ki bu boşluk, hiçbir kalabalığa sığdıramıyorum, o boşluğun içinde kayboluyorum. Öyle kalıplaşmış ki, parçalanmıyor. Parçalıyor, parçalanmıyor. 


 Saate takıldı yine gözüm. Yelkovan direniyor, pes etmiyor.

               Yelkovanın akrebi yakaladığı yerde, gel.

           Saatlerimin yarısı gibi diğer yarım da gitmeden, geç kalmadan, gel.

       Yelkovan akrebe kavuşsun, gel.

   Geceme güneş doğsun, gel..

3 Ekim 2015 Cumartesi

YARIM KALAN AŞKLAR, YARIM BIRAKILIŞLI KIŞLAR..

Herkeste onu ararsın bazen. Başkasına yönlendirmeye çalışırsın kendini. Başkasının kokusunda ararsın onu, bulamazsın. Başkasının sesinde, başkasının gülüşünde. Bazen sevişinde. Bulamazsın.. Onun sevişine hiçbir zaman şahit olmadın çünkü. Biri sever gibi yapsa seni, inanırsın. O gider sonra, sen kalırsın. O kalanın halini bilmez, sen kalan olarak her seferinde daha fazla kırılırsın. Daha çok üşürsün, bu yüzden daha çok üzülürsün. Bundandır ki kış sana hüznü hatırlatır. Yarım kalışı, yarım bırakılışı.. 'Ben hep yanındayım'lı cümlelere de inanmamaya başlarsın artık, içi boş laflar olduğunu anlamışsındır çünkü. Güzel şeyler düşünmeye çalışmak atmaz artık kafandan o kötü düşünceleri, aksine daha çok farkına vardırır. Herkes mutluluğu arar da herkes bu konuda şanslı değil işte. Kimisinin bir adım ötesindedir mutluluk, kimisinin sadece hayalinde. 
---
Dün yarım kalışı anlatınca yarım kaldı cümlelerim. Bugün bir afiş gördüm duvarda, bir kitap afişi. 'Sana rağmen aşkı sevdim' yazıyordu. Sen geldin önce aklıma, sonra rağmenler sıralandı. Aşkı düşündüm, en son da sevmeyi. Hepsini sana bağladım. Hepsinde ağladım. Utanmadım, ağladım. Senin yanında utanırdım ben, orada bıraktım utanmayı. Ağlamaktan utanmadım, üzülmekten ve sevmekten. Hislerimi de orada bıraksaydım iyi olabilirdi her şey ama yapamadım. Bana kötü gelecek her şeyi aldım yanıma. Oysaki ben de orada kalsam hepsi bize iyi gelecekti. İyi gelmedi çünkü sen bana gelmedin. Ama gelmeden güzel gittin, tebrik ederim. Ve teşekkür de ederim. Yaşattıkların, yaşatmadıkların, en önemlisi varlığın.. Var olduğun için sana sonsuz teşekkürler..
---
Kilometrelerce uzaktasın bana. Bedenen.. Ve ruhen.. Sen bana uzaksın da, bilmiyorsun benim ruhum senin hep yanında. Hayallerdesin, hüzünlerdesin, şarkılardasın. Dedikleri gibi aynen, 'sen benim şarkılarımsın'.
---
Bak yine yetersiz kaldı alfabem. Anlatabildiğim dil, hissettiğim dilden çok farklı, çok zayıf. Bir yerden sonra gelmiyor devamı. Tıkanıp kalıyor, düğümleniyor cümlelerim. Boğazıma özeniyor adeta, aşkın sana özendiği gibi. Aşkı aradıkça sen çıkıyorsun. Karşıma hiç çıkmıyorsun da, her şeyde sen hatırlanıyorsun. Böylesi bana yeter. Çünkü yine aynen dedikleri gibi 'aşk, sana benzer'..

7 Eylül 2015 Pazartesi

GÜNEŞ DEĞİL MEHMETÇİK DOĞUYOR GÖKYÜZÜNDE..

      Bir keresinde, Çanakkale Zaferi'nde şehit düşen askerlerimiz için almıştım kağıdı kalemi elime. Seslenebildiğim kadarına seslenmiştim "Unutmadık!" diye. O zaman biraz hüzünlü aksa da kelimelerim, gururla süslenmişti cümlelerim. 
      Peki ya şimdi? Hangi süslü cümle dindirir anaların gözyaşlarını? Hangi 'vatan sağ olsun' tekrardan sağ eder gencecik canları? İşte bu yüzden, elimizden hiçbir şey gelmediğindendir kağıdı kalemi tekrardan elime alışım..
      Vatan uğruna ortaya konulmuş canlar.. Arkasında yaşlı gözler bırakan kınalı kuzular.. Ahmetler, Osmanlar, Veliler, İlkerler.. Vatan için gözünü bile kırpmadan mermiyle çarpışan yiğitler..
      Kimimiz bağırıp çağırarak kusuyor içindeki öfkeyi, kimimiz gözyaşlarıyla akıtıyor nefretini.. Hepimizin kalbinden akan yaşlar var biliyorum. O denizin masmavi sularında Mehmetçiğin akıttığı kan kırmızısını görebiliyoruz hepimiz. Vatanı uğruna can vermiş yiğitlerimizin sessizliğinin sesini duyabiliyoruz..
      Kimi aile yavrularının hasretle yazdığı mektuptan önce alıyor şehit haberini. Kimisi ise dualarla bekliyor göz bebeğinin güzel haberlerini. Ateş o ocaklara düşüyor, hepimizin yüreği yanıyor. 
      Demiştim ya bazen daha fazla yazamıyorum diye. İşte artan şehit haberleriyle bir bir eksiliyor kelimelerim, yetersiz kalıyor cümlelerim. Dilerim bundan sonraki haberler, her evde yanan ateşe su serper.. 
      Doğan şey Mehmetçik'ti ya hani. Biz el ele aydınlığa çıkmasını biliriz, yeter ki canlar sağ olsun.. Artık tüm dileklerimiz, tüm dualarımız bunun için olsun.



      Şehitlerimize Allah'tan rahmet, geride bıraktıklarına sabır dileklerimle..


     

     
     

7 Ağustos 2015 Cuma

GÜN-EŞİNİ KAYBEDENİN GÜNEŞİ OLUR MU?

Çoğumuz yeni bir güne merhaba diyebilmenin değerini bilmiyoruz. Aslında belki de çoğumuzu aydınlatmaya yetmiyor bu koca güneş. Gün eşimiz gitmiş bir kere, güneşimiz gitse ne olur. Kış aylarının en soğuk zamanında terk edilmiş kimimiz. Kimimiz ise ilkbaharda dökmüş yapraklarını. Mesela son ilkbaharımız olmuş o. Artık ilkbahardan sonra kış gelmeye başlamış bizim için. Mevsimler geçmiş de mevsimimiz geçmemiş, o günde kalmışız hep. Son ilkbaharımızdan sonra haziran soğukları vurmaya başlamış bize. Biz, gün eşimizi o mevsimde bırakmışız ki bundandır yaza çıkamayışlarımız. Yaz gelmemiş ama yazasımız gelmiş. Başka bir şey yapamadığımızdan yazmışız hep. Peki ya yazmanın kötü yanı ne biliyor musunuz? Yazdıkça birikiyor mesela benim söyleyemediklerim. Yazdıkça susuyorum, yazdıkça içime akıyor sanki. Sonsuz bir sessizlik kaplıyor etrafı. Ama başka bir sessizlik bu. Umutların, ümitlerin, hayallerin yıkılışlarının acımasızca haykırılışlarının sessizliği. Belki bazılarınız onun yüzünü unutmamak için fotoğrafına bakarak uyuyor, bazılarınız da yanındakinin değerini bilmiyor. Ne olursa olsun, affedin. Hiç ummadığınız anda en uzağınıza düşerse, hayata da küsersiniz kendinize de. Konuşma imkanınız varsa, susmayın. Susmak zorunda olmadan sakın susmayın. 

Ben mi? Ben susmam gerektiğini biliyorum. Sadece yazabileceğimin farkına varıyorum ve sonra yazamıyorum. Daha fazla yazamıyorum. Hani bazen daha fazla anlatamazsınız ya, ben de daha fazla yazamıyorum. Söyleyeceklerim bu kadar değil elbet, söyleyebileceklerim bu kadar..

3 Ağustos 2015 Pazartesi

IŞIKLA KARARAN YÜREKLERE



Kadının ışığı kör etmiş gözünüzü. Körelmiş kalbinizle bir zahmet sevmeyin siz kadınları. Siz sevmeyi, kadının değerini bilmeyenler yüzünden her geçen gün biraz daha azalıyor aydınlık. Yanan ışıkları söndürüyorsunuz kir tutmuş, kin bürümüş içinizle. Yüreğinizle demeye dilim de varmıyor elim de. Biraz yürekli olsanız bir kadına çocuk gibi ilgi ve şefkat göstermeniz gerektiğinin farkına varırdınız, çocuk muamelesi yapmanın değil. Attığı adımda bastığı yere cennet bırakan bir canlıyı canından etmeniz sizi cehennemin en dibine göndermek istememiz için yeterli bir neden değil mi sizce de? Bir kadını evin hizmetçisi gibi gören kötülükten dönmüş gözlerinizle kirletmeyin gözlerimizi. Gözlerimize bakıp masumluk sunar gibi kötülük kusuyorsunuz. Bu da yetmezmiş gibi okumuş(!) adam(!!!)larımız bile susturmaya çalışıyor bizleri. İş okumakla bitmiyor, adamlığın eğitimi yok ki değil mi? Bir kadını sustursanız, bin kadın başlar konuşmaya. Hani şu bir günde konuştukları ortalama kelimeleri dahi saydığınız kadınlar. Hani söyleyeceklerinden korktuğunuz için konuşmalarını istemediğiniz kadınlar. En küçüğümüzden en büyüğümüze kadar susmayacağız. Birinin daha aramızdan ayrıldığı haberiyle uyandığımız sabahlar sona ermeden susmayacağız. Bir kadın olarak susmayacağız. Konuşmamızdan korkmaya devam ediyorsanız susturmaya çalışmaya da devam edin, susmayacağız.


Söndürdüğünüz hayatların ışığıyla birlikte yanan karanlıkta adam olamamanızın ağırlığıyla yerin en dibine girmeniz dileğiyle beyler, vicdanlı günler.